Halk takvimi, bugün İstanbulluların unutulan bir eğlencesini hatırlatıyor: Feryad-ı Andalib, yani bülbüllerin ötüşü. Halk takvimine göre bugün (4 Nisan) bülbüllerin çılgınca ötmeye başladığı tarih.
Dün yaptığımı Sayda Lahitleri ve Osman Hamdi bey paylaşımı sonrasında günün yorgunluğu çıkartmak üzere kahvemi yudumlarken telefonum çalıyor. Arayan numarayı görünce eyvah diyorum. Telefonun ucundaki kişi Türkiye’nin en bilindik sanat tarihçilerinden ve yazdıklarımı asla beğenmeyen, hep eleştiren yakın dostum.
9 Mart 1887 günü, Saida Kaymakamı Sadık beyin Maarif Nezareti’ne yolladığı telgraf büyük heyecan uyandırır. Mehmet Şerif adında bir zat, inşaat taşı ararken bir kuyu bulmuştur. Kuyunun içinde lahit, daha doğrusu on adet lahit vardır. Bu lahitlerin biran önce çıkarılması ve İstanbul’a yollanabilmesi için 40,000 kuruş bütçe ve uzman bir kişi yollanması istenmektedir. Acele edilmesi şarttır. Zira, gevşeyen duvarlar kaymaya başlamıştır.
Sarıca kardeşlerin İstanbul’da yaptırdığı birçok binadan biri de Elmadağ’daki Arif Paşa Apartmanı’dır. Apartmana ismini veren Arif Sarıca Paşa İkinci Abdülhamit’in doktoru, kardeşi Ragıp Sarıca Paşa ise mabeyincisidir. Apartman, ailenin diğer apartman ve köşklerinde de imzası olan Mimar Constantine P. Pappa tarafından, 19. yüzyılın sonunda inşa edilmeye başlanır, 20. yüzyılın başında da tamamlanır.
Kapalı Çarşı’nın Mahmutpaşa Kapısı’na yaklaştığınızda, yolların kesiştiği bir noktada, adeta dokunsan yıkılacakmış gibi duran, bakır kubbeli, ahşap bir bina vardır. Gecekondu diyen cahil cühela takımı olsa da, burası tarihi “Çukur Muhallebicisi”dir.
Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını ödeyemeyecek hale gelmesi ile birlikte, alacaklı devletlerin imparatorluk gelirlerini ve vergilerini kontrol altına almak ve yapılan tahsilatlarla alacaklarını tahsil maksadıyla 1881 yılında Duyun-u Umumiye denilen teşkilat kurulur. Bu teşkilatın faaliyetleri için de Cağaloğlu’nda mimar Alexander Valluary’a muhteşem bir bina inşa ettirilir. Bina aslında iflasını ilan eden İmparatorluk için tam bir utanç abidesidir.
Cağaloğlu’nun daracık arka sokaklarında yürürken, muhteşem bir bina çıkıyor karşıma. Her haliyle “ben bir hikayeyim, yazmazsan gönlüm kalır” diyor. Fotoğraflarını çekip, birkaç satır not aldıktan sonra eve dönüyor ve kitapları karıştırmaya başlıyorum.
Su, her kent gibi İstanbul için de vazgeçilmez ve hayati bir ihtiyaçtır. Ancak, tarihi asırlar öncesine dayanan bir kentte suyun vazgeçilmez bir ihtiyaç olması kadar kente şekil veren, estetik değer katan bir özelliği de olduğu “su götürmez” bir gerçek.