COVID-19 salgını bugünlerde hepimizi evlere kapattı. Ama hayata kaldığımız yerden devam edeceğimiz günler de yakın. Nâzım Hikmet ne demişti “Güzel günler göreceğiz çocuklar”.
O zaman güzel günler için rotamızı rekabetçi fiyatları nedeniyle biz Türkler tarafından en çok tercih edilen Orta Avrupa kenti Prag’a çevirelim.
Modern Avrupa’nın Temellerinin Atıldığı Şehir
Günümüzde Prag mütevazi bir kimliğe sahip olsa da, modern Avrupa’nın temellerinin atıldığı, köklü geçmişi olan bir şehir. Üstelik her yaştan, cinsiyetten ve zevkten insana hitap eden, başka bir değişle romantizmden tarihe, zevk-i sefadan melankoliye, edebiyattan müziğe, güzel sanatlara, yeme-içmeye kadar çok çeşitli zevklere cevap veren bir şehir.
Tarihte Çekler ülke sınırları içindeki Bohemya bölgesinden dolayı Bohemyalılar diye de anılmış. Bohem kelimesi kökü itibarıyla çingene, berduş, sanatçı anlamanına gelen ve bu bölgede yaşayanlar için kullanılan bir tabirdir. 19 yüzyıl ile birlikte biraz anlam değiştirerek, geleneksel toplum değerlerinin dışında yaşayan kültürlü kimse anlamında da kullanılmış.
Kaynağı Prag olan bir başka kelime de defenstrasyondur. Teknik bir tabir olan kelimenin anlamını tarihten gelen hikayesini anlatarak açıklayalım. Bu kelimenin çıkışı Prag’ta Bohemyalı Protestanların, hegomanyaları altında bulunduğu Katolik Kutsal Roma German İmparatoru’na karşı başlattıkları isyan neticesinde yaşanan bir olaya dayanır. İsyancılar bugün başkanlık sarayı olarak kullanılan Hradçany Sarayı’nı basar ve İmparator’un temsilcilerini Bohemya usulü infaz diye bilinen camdan atarak öldürmek yöntemiyle (defenstrasyon) cezalandırır. Ancak, kader imparatorun temsillerinden yanadır. Temsilciler içi gübre ve pislik dolu bir çukura düşer ve hayatta kalırlar. Sonrasında da Katolik ve Protestanlar arasında bir savaş başlar. Her ne kadar bir mezhep savaşı gibi görünse de, bu mücadele siyasi çıkarlar uğruna uluslararası bir savaşa döner ve tarihte 30 Yıl Savaşları (1618-1848) diye bilinen savaşın ateşini yakar. Savaş sonrasında da imzalanan Vestfalya Anlaşması ile Avrupa’da bağımsız devletler düzeni kurulur. O günleri ünlü düşünür Voltaire “Zaten 360 tane devletçikten meydana gelen bir devletin hükümdarının sözünü herkese dinlettirmesi de beklenemezdi” diyerek bu dönüşümü açıklamaya çalışır.
Bu iki ilginç kelime temelinde Bohemyalı profilini çizdikten sonra Bohemya’nın kalbi olan Prag’ın az bilinen yerlerini gezmeye ve kent kültürünü anlatmaya başlayalım.
Prag, Bira ve Birahane Kültürü
Dünya’da en çok tüketilen bira çeşidi olan Pilsen türü biranın Prag’ın bir kaç yüz kilometre uzağındaki Pilzen kentinde keşfedildiğini söylersek “Çek kültüründe, Çek geleneğinde, Çek tarihinde bira bir içecek veya bir ticari ürün olmanın da ötesinde ülkenin günlük yaşamının bir parçası, derin sosyal tartışmalarının bir parçası” sözlerinin ne derece yerinde bir ifade olduğunu anlarız. Yüzlerce yerel bira ve binlerce bira üreticisinin bir kısmı zaman içinde kaybolmuş olsa da, Çekler kişi başına 140 litre tüketim ile dünyada en fazla bira tüketen ülke sıfatını kimseye bırakmıyorlar. Geleneksel Prag birahanelerinin genel yapısı az pencereli, loş ve kalabalık mekanlar olmasıdır. Bu mekanlar tarih boyunca yeni ilişkilerin kurulduğu, sanatın vücut bulduğu, farklı düşünce ve manifestoların kaleme alındığı, din baskısının yok sayıldığı liberal ve bohem yerler olmuş. Mizah olmazsa olmazıdır. Prag birahanelerinde siz aksini belirtmedikçe bira büyük bardakta gelir ve dur demediğiniz sürece de masanıza bir yenisi bırakılır. Prag birahaneleri Çek milliyetçiliğinin vücut bulduğu mekanlardır. Buralarda Çekçe dışında bir dil pek karşılık bulmaz. Unutmayın ki, Çekler 1615 yılında çıkardıkları dil yasası ile Bohemya sınırları içinde Almanca konuşulmasını yasaklamış, Çek dilini bilmeyenlerin ülkeye girmesini yasaklamış bir ulus. Turistlik olanlar dışında hangisine girerseniz girin bu havayı yakından soluyabilirsiniz. Ama benim size önerim 1994 yılında Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Havel’in Bill Clinton’ı kolundan tutup, gel seni gerçek bir Çek birahanesine götüreyim dediği yer olan U Zlateho Tygra (Altın Kaplan)’dır.
Kara Meryem Ana Binası ve Çek Kubizmi
Standart Prag seyahatlerinin ortalam 3 gün olduğu gözönünde bulundurulursa, zamanı etkin kulanım için seyahat planınızı Prag 1 olarak bilinen eski Prag ve yakın çevresi ile sınırlı tutmak faydalı olacaktır. O nedenle de yürüyüşümüze kralların taç giydikten sonra yürüdüğü, otoritesinin herkes tarafından kabul edildiğinin işareti olarak halkı selamladığı Celetna Caddesi’nden başlayalım. Cadde eski Prag’a giriş yapılan kapılardan biri olan Baruthane Kapısı’ndan kent meydanına uzanan bir cadde. Bu cadde herbiri saatlerce incelenebilecek güzellikte olan Barok dönemi binalar ve orada yaşayanların hikayeleri ile dolu bir güzergah. Bu caddede yaşayanlar arasında Wolfgang Amadeus Mozart’dan Franz Kafka’ya isimler olduğunu söylersek ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılabilir.
Bu binalardan en önemlilerinden biri de, 1911 yılında inşa edilen ve köşesinde 17 yüzyıl eseri olan Meryem ana ve kucağında küçük İsa’nın koyu tenli sembolize edildiği bir heykel bulunan Siyah Meryem Ana Binası’dır.
Bu kadar eski bina varken, görece daha yeni bir binayı görülmeye değer kılan ise mimaride Çek Kubizm diye bilinen akımın ilk örneklerinden olması. Kubizm, 20 yüzyılın başında ortaya çıkan ve bir objeyi görüldüğü gibi değil, geometrik desenleri esas alarak ifade etme şekli olarak tanımlanır. Çeklerin, Avusturya Macaristan İmparatorluğu boyunduruğundan kurtulduktan sonra ulusal kimliklerini oluşturabilmek maksadıyla feodal yapıdan, kent soylu olmaya yönelik ortaya çıkardıkları akım ise Çek Kubizm’i olarak anılır. Bu akım mezar taşlarından, mobilyalara, sokak lambalarından, binalara kadar çeşitli uygulama alanı bulmuştur. Mimar Josef Gocar tarafından inşa edilen bina bugün Çek Kubizm Müzesi olarak kullanılıyor. İlk katındaki Grand Cafe Oriental ise hem sütunsuz yapısı, hem de lezzetleri ile ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.
Tuhaf Büfe
Madem Çek Kubizm’inden bahsettik, Prag’ın merkez tren istasyonu yakınlarında, bir parkın kıyısındaki bir büfenin ilginç hikayesinden de bahsetmeden geçmeyelim.
1920’li yıllarda inşa edilen, gazete başta olmak üzere, sigara, içki satan, bugün döviz büfesi olan ve içinde aynı anda 2-3 kişinin zor hareket edebileceği ahşap, farklı şekil ve renkteki büfe Çek Ulusal Mirası listesinde yer alır. 1980 yılında Belediye Meclisi büfenin yıkılmasına karar verir. Yıkıma karşı olanların, bu eserin ünlü mimar Pavel Janak veya Josef Gocar tarafından yapıldığı, Rondo (yeni) Kubizm mimari akımının önemli örneklerinden olduğu iddiaları toplumda geniş yankı uyandırır. Yıkım durdurulur ve ulusal miras kabul edilir. Büfenin yanında bulunduğu park, sık sık rastlanan soygunlardan dolayı Praglılarca Sherwood Ormanı diye anılmaktadır. İlginç olan ise binanın bahsi geçen iki önemli mimardan birinin eseri olduğu bugün bile tartışma konusudur. Büfeye en yoğun ilgi Çek grafiticilerince gösterilir. Buraya kadar gelmişken, parkın diğer ucunda bulunan ve kentin giriş kapılarından biri olarak da kullanılan yeni Belediye Meclisi binasını da görmeden geçmemek gerekir. Belediye Meclisi duvarında Bohemya bölgesindeki ticarette metrenin esamesi okunmadığı günlerde kullanılmış (1268-1765) olan uzunluk ölçüsü cubit (591.4 mm)’in standartını gösteren cetveldir. Bu arada küçük bir hatırlatma; yeni ifadesi sizi yanıltmasın zira; Yeni Prag (Nove Mestro) diye bilinen bölge 1348 yılında, Bohemya Kralığı’nın altın çağı olarak anılan dönemde IV. Charles tarafından kurulmuş.
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
Bugünün Mütevazi, Dünün Tarihe Yön Veren Kenti: Prag II yazısını da okumak için tıklayınız.
İstanbul, 30 Eylül 2020
Oğuz OTAY