Önce bir itirafta bulunmam lazım… Ben modern sanattan hiç anlamam. Ama bugün sizlere biraz modern sanattan, daha doğrusu beni oldukça etkileyen OMM – Odunpazarı Modern Müzesi’nden bahsedeceğim. “Hem modern sanattan anlamıyorsun, hem de bize modern sanat müzesi anlatacaksın bu nasıl olacak?” derseniz, siz de haklısınız. Eskiler “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” sözünü boşuna söylememişler. Bu samimi ama umut kırıcı itirafa rağmen yazıyı okumaya devam ediyorsanız benden günah gitti.
Bir kaç gündür Eskişehir’i gezerken gördüğüm, beni etkileyen yapıları, geçmiş olayları sizlerle paylaşıyorum. Bugün sıra geldi OMM – Odunpazarı Modern Müzesi’nin hikayesine.
Eskişehir’e kazandırılan en yeni sanat mekanlarından biri OMM ve 7 Eylül 2019 yılında hizmete girmiş. Kimilerince Odunpazarı’nın tarihi dokusuna pek uymadığı söylense de, bence çok hoş olmuş.
Müze; dünyaca ünlü Japon mimar Kengo Kuma’nın mimarlık bürosu Kengo Kuma and Associates Architecture (KKAA) imzasını taşıyor. Firma, felsefesini “Doğa ile mimari uyumu, yapı ile bulunduğu çevre arasında güçlü bir bağ kurarak harmanlama” diye tanımlıyor. Otoritelere göre mimar; Japonya’nın geleneksel yapı zanaatlarını sofistike teknolojiler ve malzemelerle ustaca birleştiren modern bir tasarım dilini yaratmayı başarmış.
Binayı anlatan hoş ve çekici rehberime, “sıkıla sıkıla bu cümle bana biraz karışık geldi” diyorum. Yapmayın “Oğuz bey, size hiç yakıştıramadım!” diyerek hafif yollu ayarını benden esirgemiyor. Sonra da benim bile anlayabileceğim sadelikte konuyu “az beton kullanıp, ahşap, taş, kağıt gibi doğal malzemelere ağırlık veriyor” diye özetliyor.
Mimarlık ofisi, aralarında Tokyo’da 2020 Yaz Olimpiyatları için tasarlanan stadyum ve buna bağlı çok sayıda sosyal kompleks, müze, iş merkezi, konut ve eğitim kurumuna da imza atmış. En bilindik eserleri arasında ikonik Cam Ev ve Dundee’deki Victoria & Albert Müzesi yer alıyor.
Rehberim şiirsel anlatımıyla “Mimar; eserlerinde dört özelliği ön plana çıkarmış” diyor. Sonra da bu özellikleri sırasıyla “Geometri, ışık, kümelenme ve ahşap” diye sayıyor. “Proje öncesinde aylarca Odunpazarı Evleri’ni inceleyen Kengo Kuma bizim Bağdadi sıva dediğimiz usulü eserin ilham kaynağı kabul ediyor” diyen rehberim, boş bakışlarımdan konuyu yine anlamadığımı fark ediyor. Koluma girip, “Biraz yürüyelim Oğuz bey” diyor. “Eyvah, kuytu bir köşede beni hırpalayacak herhalde” diye aklımdan geçiriyorum. Binayı rahatlıkla göreceğimiz bir mesafeye kadar yürüyoruz. “Bakın, Bağdadi sıva yöntemi 1–2 cm aralıklarla yatay olarak çakılan çıtaların üstüne sıva vurulması şeklinde yapılır” diyor. “Şimdi bulunduğumuz noktadan bakın bakalım binaya ne görüyorsunuz?” diye kararlı ve baskıcı bir ses tonuyla soruyor. Zor oyunu bozuyor. Korkudan olacak, bülbül gibi “Ahhh bina bu şekilde dizilmiş ahşaplardan yapılmış” diye şakıyorum. “Gördünüz mü bakın, Kengo Kuma’nın sadelik anlayışını siz bile bir bakışta kavradınız” diye benimle ince ince dalga geçiyor. İçimden bütün güzel ve bilgili kadınlar bu kadar acımasız olmak zorunda mı demek geçiyor, cesaret edemiyorum, yüzüm kızarıyor.
Yediğim nazik fırçalardan mı, yoksa yapının güzelliğinden bilinmez donup kalıyorum. Yapıyı dakikalarca dışarıdan izliyorum. Rehberimizin yine alaycı ses tonuyla “Size biraz ağır gelmeyecekse, isterseniz binanın içine girip, eserleri de tek tek anlatayım” diyor. Gayri ihtiyari ağzımdan “Şurada oturup, birer kahve içip, sohbet mi etsek” ifadesi dökülüyor. Gülümsüyor, “Haklısınız içelim, kahve zihninizi açar belki biraz” diyor, şaşırıyorum.
Müzedeki eserler mi? Başta da dedim ya, ben modern sanattan hiç anlamam…
16 Mart 2023
gezmekyetmez