Bir kaç gündür hem ruhumu dinlendirmek, hem de kişisel bazı işlerimi halletmek için sezon dışındaki dinginliği, taş evleri, çevredeki antik kalıntıları, güzel koyları ve keyifli balıkçı lokantaları ile sevdiğim Foça’dayım.
Geç biten keyifli bir gecenin sabahında gün doğmadan uyanıyorum. Misafir kaldığım taş evin küllenmiş şöminesini yeniden canlandırıp, kendime bir espresso hazırlıyorum. El sarımı, İtalyan puromu da keyfe ortak ediyorum.
Yaptığım gürültüye uyanan arkadaşım uykulu gözlerle ve dağınık saçlarla merdivenlerin başında görünüyor. Ağır adımlarla, yalın ayak ahşap merdivenleri inerken “Uyku tutma galiba” deyip, “İtalyan tarzı başlamışsın güne” diye takılıyor.
Sonra da, boşver bunları sana gün doğumunda bir dibek kahvesi içireyim ister misin? diyor. Cevabımı bile beklemiyor. Kendimizi arabada buluyoruz. 5-10 km uzaktaki Kozbeyli köyüne geldiğimizde gün doğmak üzere.
Tanışıklıklarından ötürü Kahveci Dursun bizi kapıda karşılıyor. Ağaç altındaki tahta masalardan birine oturup, kahvelerimizi söylüyoruz. Dibek kahvesinin taş havanda elle dövülüğünü söylüyor. Sözünü bitirmeden “Üzerinde yüklü deve kervanı yürüse batmaz” dedikleri türden bol köpüklü kahvelerimiz geliyor.
Arkadaşım Dursun ağabey; şu tabakanı versene diyor. Kahvecinin cebinden çıkarıp uzattığı gümüş tabakadan aldığı sigara kağıdını zarif parmaklarının arasına yerleştirip, bir tutam da Ege tütününü kağıda yerleştiriyor. Sardığı sigarayı dili ile mühürleyip, bana uzatıyor.
Ve doğan güne Ege usulu merhaba diyoruz.
İstanbul, 23 Mart 2022
gezmekyetmez