Yarım yüzyılı geride bıraktığı ağarmış saç ve sakallarından anlaşılan adam kendinden beklenmedik bir çeviklikle durmak üzere yavaşlayan tramvaydan atladı.
Telaşlı adımlarla ziyaret için geldiği sahaf dükkana doğru yürüdü. Kapıya geldiğinde derin bir soluk aldı, bekledi. Uzun süredir ziyaretini ihmal ettiği dostu, mevlevi Etem beye karşı duyduğu mahcubiyetle çekinerek içeri girdi.
Bırakın Mevlevi tarikatına intisab etmeyi, Turgut bey dini vecibelerini bile yerine getirmekten imtina ederdi. Buna rağmen başta Etem bey olmak üzere, onun çevresindeki herkes tarafından hem binamazlığından, hem de kırlaşan sakallarından ötürü şaka yollu Şeyh Efendi Hazretleri diye anılırdı. Kapıda misafirini gören Etem bey büyük bir muhabbetle oturduğu sedirden kalkarak;
“Yüzünüzü gördük, bahtiyar olduk Şeyh Efendi Hazretleri” diyerek, her zaman ki sıcaklığı ile kendisini kucakladı. “Çok oldu değil mi abi?” diyerek karşılık verdi Turgut.
Mevlevi usullerine göre birbirlerinin ellerini öperek ritüellerini tamamlayan iki dost, vakit geçirmeden sohbete koyuldular. Sohbetin bir anında Turgut bir süre önce Atina’da olduğundan bahsetti. Etem bey de her zamanki sakinliği ile biliyorum, biliyorum diyerek başını sallayıp, sustu. Çayından bir yudum aldı. Sonra da, “Eski bir mevlevihane olan İbrahim Efendi Tekkesi’ni de ziyaret etmişsin” diye ekledi.
Turgut, hayretle Etem beyin suratına baktı, Atina’da Osmanlı devrinden kalan bir iki camii ile bir medrese kalıntısını ziyaret etmiş ama bir tekkenin, mevlevihanenin yakınından bile geçmemişti.
Şaşkınlığı geçmeden, imdadına Etem bey yetişti, “Rüyamda gördüğüm Atina Mevlevihanesi Postnişin’lerinden Şeyh Celaleddin Efendi Hazretleri söyledi“ dedi.
Turgut bu cevaba pek şaşırmadı, zira daha önce de Etem beyin gördüğü ve doğru çıkan rüyalara tanıklık etmişti. Ama galiba bu kez Etem abi yanıldı diye geçirdi içinden.
Etem bey, çayından bir fırt daha alarak konuşmasını ağır ağır, kendinden emin ve biraz da alaycı bir ifade ile sürdürdü : “Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde Platon Çadırı diye tanımladığı M.Ö I yüzyılda yapılmış, rüzgarın esiş yönlerini gösteren meşhur o kuleyi de mi görmedin be adam?” diye sordu.
“Gördüm görmesine de…” diyen Turgut’un cümlesini tamamlanmasına izin vermeden devam etti: “İşte o kule Atina Mevlevihanesi’nden geriye kalan ve mevlevi ayinlerinde sema için kullanılan binadır. Sekizgen şeklindeki cephesinin her bir yüzünde yer alan, eski çağlardan kalma kabartma ve çizimler de farklı yönlerden esen rüzgarı, yani aşkı ile yanıp tutuştuğumuz Sevgili tarafından içimize üflenen nefesi temsil eder” dedi Etem bey.
Turgut, gözünün önünde olduğu halde hayranlıkla seyrettiği bu güzel eserin ne olduğunu anlayamadığını hayıflanarak dile getirdi. Etem bey de “Dert etme, gözümüz önünde olanı görememek, ıskalamak bir çoğumuzun karşı karşıya kaldığı bir zaaftır. Asıl olan, ıskalanmaması gereken tek şey hayattır ve o da bir sabah, gün doğarken, yabancısı olduğumuz bir coğrafyada içimize üflenen, bize can veren Sevgili’nin nefesidir. O nefes yüzümüzde güller açtırır, etrafımıza güller saçtırır” diye Turgut’u teselli etti. Sonra da, birer çay daha doldurmak üzeri oturduğu yerden doğruldu.
İstanbul, 10 Temmuz 2022
GEZMEKYETMEZ