Yıllar önce yeni yetme bir delikanlı yağmurlu bir öğle sonrası Moda’daki Kadıköy Kız Lisesi çıkışında heyecanla paydos zilinin çalmasını ve okuldan çıkacak kız arkadaşını beklemektedir. Zilin çalmasına daha yarım saat vardır. Kapıda sırılsıklam olmuş delikanlı annesinin meslektaşı, aile dostları ve aynı zamanda okulun müdür muavinlerden biri tarafından fark edilir. “Hayırdır ne işin var burada” sorusuna delikanlı yakalanmış olmanın mahcubiyeti ile “Sizi bekliyordum, annem müsaitseniz haftasonu size geleceklerini söylememi istedi” diye cevap verir. Yılların tecrübesi ile durumu anlayan müdür muavini delikanlının masum yalanını yüzüne vurmaz. “Gel içeride biraz ısın” diyerek okulun tarihi idari binasındaki odasına davet eder. Sıcak çaylar eşliğinde kısa bir kaç cümlelik sohbet sonrasında paydos zili duyulur. Yerinden doğrulan müdür muavini gülümseyerek “Hadi bakalım, geç kalma, annen merak eder” diyerek delikanlıyı uğurlar. Kadıköy Kız Lisesi’nin içinde bulunan ve Mahmut Muhtar Paşa’nın Mermer Köşkü diye bilinen o asırlık yapı ile tanışmam bu şekilde olur.
Köşkün Hikayesi
Köşk, levantenler tarafından tercih edilen Moda’da Alfred Frederick James Baker tarafından 1870 yılında inşa ettirilir. Baker ailesi 1894 depremi sonrası konağı Dimitri Veldemi adında bir Rum’a satar. 1897 yılında da, Sadrazam Gazi Muhtar Paşa Mısır Hidivinin kızı Nimetullah hanımla evlenecek olan oğlu Mahmut Muhtar Paşa için köşkü satın alır. Köşk, içinde selamlık, elektrik dairesi, kapalı bir manej, ahırlar, sera, büyük bir mutfak, kiler, personel yemekhanesi, müştemilat ve çok sayıda ağaç bulunan 9 dönümlük bir alanı kaplamaktadır. Mahmut Muhtar Paşa ve ailesi semte yerleşen ilk levanten olmayan ailelerdendir.
Yüce Divan’a Yollanan Bahriye Nazırı
Gazi Muhtar Paşa’nın sadrazamlığa getirildiği günlerde konağın sahibi Mahmut Muhtar Paşa da Bahriye Nazırlığı’na atanır. Bu sebepten dolayı kabineye Baba-Oğul kabinesi de denilmektir. Bu siyasi atama ilerleyen yıllarda hem Mahmut Muhtar Paşa’nın canını sıkacak, hem de konağın kaderini etkileyecektir. Paşa’nın bakanlığı döneminde Seyr-ü Sefain (Denizyolları İşletmesi) İdaresi İngiltere’deki Thames Iron Works tersanelerine iki gemi siparişi verir. Bu siparişin ilk taksidi olarak da avans niteliğinde 20 bin Osmanlı altını ödenir. Ancak, bu avansa karşılık bir teminat alınması o günlerde kimsenin aklına gelmez. Aksilikler birbirini kovalar ve firma iflas eder. 1927 yılında bu avansın peşine düşen Denizyolları İşletmesi yaptığı inceleme sonucunda ‘‘Zararın sorumlusu zamanın Bahriye Nazırı Mahmud Muhtar Paşa’dır’’ sonucuna varır. Konuyu mahkemeye intikal ettirilir. Davaya bakan İstanbul Asliye Mahkemesi’nin 3. Hukuk Dairesi ve Yargıtay ‘‘Zarardan Paşa’nın sorumlu olmadığı’’ sonucuna varır. Paşa hukuken aklansa da, konu TBMM’ne taşınır. Başkanlığını Yunus Nadi’nin yaptığı Anayasa ve Adalet Komisyonları Paşa’yı suçlu bularak Yüce Divan’a sevk eder. Eskişehir’de yapılan duruşmalar dört ay sürer. 3 Kasım 1929 tarihinde Yüce Divan Paşa’yı suçlu bulur ve 20 bin Osmanlı altınının Paşa tarafından hazineye ödenmesine karar verir. Paşa’nın mal varlığı üzerine haciz konulur, dört yıl boyunca elde edilen kira gelirleri ile devlet zararı karşılanır. Bu durum karşısında Paşa da ailesi ile birlikte Kahire’ye yerleşir. Bir daha Türkiye’ye dönmez ve 1935 yılında İskenderiye’den Napoli’ye giden bir yolcu gemisinin lüks kamarasında geçirdiği kalp krizi neticesinde vefat eder.
Köşkün Satılması
Paşa’nın mirasçıları 23 Temmuz 1952 de Mısır’da gerçekleşen Nasır darbesine kadar Kahire’de yaşamaya devam eder. Darbe ile tüm mal varlığına el konulan ailenin İstanbul’a dönmekten başka şansı kalmaz. Paşa’nın Mısır’da yaşadığı yıllarda köşk az sayıda görevlisi tarafından eskisi kadar iyi korunmuş ve kollanmıştır. Gel gör ki, ailenin tükenen gelir kaynakları konağın eskisi gibi bakılmasını engelleyecektir. Paşa’nın eşi Nimetullah Hanım’ın vefatından sonra bir süre kapalı kalan köşk biriken borçlar nedeniyle 1956 yılında Paşa’nın mirasçıları tarafından 1,5 milyon lira karşılığında Milli Eğitim Bakanlığı’na satılır.
Türkiye’nin En Önemli Müzayedelerinden Biri
Konağın satılması ile içindeki kıymetli eşyaların ne olacağı da tartışma konusu olur. Çok geçmeden bir çözüm yolu bulunur. Eşyalar yapılacak olan bir müzayede ile satılcaktır. Gazete ilanlarıyla duyurulan müzayede o güne kadar Türkiye’de yapılmış en önemli müzayede olarak tarihteki yerini alır.
25 Ağustos 1956 tarihinde Aret Portakal’ın yönettiği müzayede ile köşkte kalan antika eşyaların satışı yapılır. Müzayede münadiliğini yapan Aret Portakal antika dünyasının yakından tanıdığı Rafi Portakal’ın babasıdır. İstanbul sosyetesinin büyük bir ilgi ile takip ettiği müzayedenin detaylarını Milliyet gazetesinin 26 Ağustos 1956 tarihli nüshasından Halit Kıvanç imzasıyla okuyalım.
“MUHTAR PAŞA KÖŞKÜNDE, ANTİKA DUVAR TABAKLARI, HARAÇ MEZAT SATILIYOR.
Senenin en büyük müzayedesi yapıldı. Muhtar Paşa’nın tarihi köşkünde bir yemek odası takımı 40 bin liraya kadar yükseldi.
Siyah saçlı güzel hanım yanakları heyecandan kızarmış, ‘Kırk bin’ diye bağırdı. Koca salonda bir kaynaşma oldu, ‘Kırk bin’, ‘Kırk bin’ fısıltıları duyuldu ve ardından münadinin sesi: ‘Satıyorum… Sat…tım…’
24 parçalık Queen Ann yemek odası takımı 30 bin lira muhammen kıymetten başlayarak arttırılmış ve nihayet 40 bin liraya Nezahat Erenyol (Sanayici ve tüccar Nedret Erenyol’un eşi) tarafından satın alınmıştı.
Bu müzayedenin en büyük satışıydı. Moda’da Mühürdar’daki Muhtar Paşa Köşkü’nün bahçe kapısına ve bahçenin içine dizilmiş hususi otomobillerin çokluğu, köşkü dolduran hanımların şıklığı, müzayedenin haşmetini göstermeğe kafi idi. Nitekim içeri girenler Louis XVI. salon takımlarını, Steinway konser piyanosunu, Rönesans yazıhane ve kütüphaneyi, çeşitli halı koleksiyonlarını, antika duvar tabaklarını, vazoları, avizeleri görünce, hemen içlerini çekiyor ve eğilip muhammen kıymet etiketini okuyorlardı.
Kaç gündür sosyete ileri gelenlerini, sayılı zenginleri kortları etrafına toplayan Dağcılık’taki Tenis Turnuvası bile, bu müzayededeki kadar bir moda defilesi hüviyetine bürünmüş değildi. Plajdan çıkıp da saçlarını kurutmadan soluğu Muhtar Paşa köşkünde alan yarı çıplak genç kızlardan tutun da, meşhur iş adamlarına, randevusu bir ay önceden alınan doktorlara, muvafık veya muhalif politikacılara kadar herkes dün oradaydı.
Her harbe katılıp her harpten bir yara ile çıkmış, gözü pek cesur Muhtar Paşa’nın tarihi köşkü, zamanında cazip ziyafetlere sahne olurken, şimdi o ziyafetlerde kullanılan gümüş takımların satıldığı yer vazifesini görüyordu. Müzayedenin en ateşli simaları, hanımlardı. Hele o Kristofl servis tabaklarını ‘Ne olursa olsun’ almağa gelen esmer hanımın, sigarasından her nefes çekişte ‘On’, ‘Elli’ diye arttırmasına rağmen, yedi bin lirada pes edip de üzülmesi, günün dramatik tablolarındandı.
Muhtar Paşa’nın refikası Prenses Nimet’in ‘N’ markasını taşıyan 297 parça çatal, kaşık ve bıçağın 4100 liraya satıcısında kalması da dikkati çekti. Müzayedeye dostça gelip birbiri aleyhine arttırma yapan hanımların tatlı sitemli münakaşaları ise, antikalar ziyafetinin tuzu biberi gibiydi.”
Antika meraklıları tarafından bugün bile konuşulan bu müzayedede kimler yoktu ki. Katılanlar kadar satılan eserler de koleksiyon dünyasında dikkat çeken parçalardı.
Neriman Ağaoğlu – Denizde Kalyonlar Tablosu
Halit Kıvanç’ın haberinde tasvir edilen telaşlı hanımlardan biri de, Türk siyasi hayatının önemli ve saygın figürlerinden Demokrat Parti milletvekili ve Adnan Menderes hükümetlerinde bakanlık yapmış Samet Ağaoğlu’nun eşi Neriman Ağaoğlu idi. Neriman hanım, Paşa’nın resim kolleksiyonu içinde yer alan ressam Dorogoff imzalı 1849 tarihli “Denizde Kalyonlar” adlı eserine en yüksek peyi vererek satın alır. Tablo, yelkenli bir gemi ile Rusya’dan kaçan ve Karadeniz’in azgın suları ile boğuşan bir grup müslümanın mücadelesini tasvir ediyordu. Ne de olsa eşi Samet Ağaoğlu’nun babası Ahmet Agayev de ailesi ile birlikte Rus Çarı’nın baskılarından kaçıp, böyle bir yolculukla sonunda Türkiye’ye sığınmıştı. Kurtuluş savaşı sırasında özellikle Bolşevikler’den sağlanan yardım konusunda da önemli rol üslenmiş bir kişinin hatırasını yaşatmak adına düşünülen ve eşe alınabilecek güzel bir hediye idi tablo. Tablo yıllar sonra Samet ve Neriman Ağaoğlu çiftinin vefatı sonrasında Pera Palas otelinde 20 Mart 1988 tarihinde Rafi Portakal tarafından düzenlenen “Samet Ağaoğlu Eşya, Antika, Tablo ve Halı Müzayedesi”nde yeniden satışa çıkarılır. O gün için rekor sayılan 63 milyon lira karşılığında Vehbi Koç’un kızı Sevgi Gönül hanım tarafından satın alınır. Yazının ilerleyen bölümlerinde anlatılacağı üzere bu Mahmut Muhtar Paşa kolleksiyonunun Koç ailesi tarafından satın alınan ilk parçası değildir.
Hacı Ömer Sabancı – Şaha Kalkan At Heykeli
Bugün içinde Sabancı Müzesi’nin yer aldığı Emirgan Atlı Köşk’e adını verdiği iddia edilen “Şaha Kalkan At” heykeli de müzayedenin önemli parçalarından biridir. Türk sanayisinin iki dev ismi Sabancı ve Koç ailelerinin kıyasıya çekiştiği açık arttırmada ipi göğüsleyen Hacı Ömer Sabancı olur. Heykeli Emirgan’daki köşkünün bahçesine yerleştirir. Heykelin satış bedeli ile alakalı ipucunu da, müzayedenin münadiliğini yapan Aret Portakal’ın müzayededen önce 25 bin liraya zor satılacağını düşündüğüm at heykelinin 45 bin liraya satılmasına çok şaşırdım şeklindeki ifadesidir.
Heykelin hikayesi son derece ilginçtir. Sultan Abdülaziz 1867 yılında gerçekleştirdiği Avrupa seyahati sırasında Paris Uluslararası Sanat ve Endüstri Sergisi’nde bazı hayvan heykellerini görür, beğenir. Hayvanlara olan düşkünlüğü ile bilinen Padişah Fransız heykeltıraş Louis Daumas’a hayvan heykelleri sipariş eder. Heykeller Vor Thiebaut dökümhanesinde bronza dökülür. Bir çift at ve geyik heykeli Beylerbeyi Sarayı’nda Ahır Köşkü önüne yerleştirilir. Gel zaman, git zaman nasıl olduğu pek bilinmeyen bir şekilde bu heykellerden Şaha Kalkan At Çayırbaşı’nda 4 milyon metrekarelik Bilezikçi Çiftliği’ne taşınır. Çiftliğin sahibi saraya ve Sultan Abdülaziz’e yakınlığı ile bilinen Abraham Paşa’dır. Rivayet odur ki, Abraham Paşa’nın Sultan Abdülaziz ile yaptığı tavla müsabakalarında Padişah’tan bir çiftlik kazanmıştır. Kimilerine göre bu heykel de benzeri bir tavla müsabakası sonrasında Abraham Paşa’ya geçmiştir. 1917 yılında çiftlik ve heykel Enver Paşa ve eşi Naciye sultana geçer. Bu el değiştirme mahkemelik olsa da, 1920 yılında mülkiyet tescil edilir. Ancak, Enver Paşa’nın I. Dünya Savaşı sonunda bir Alman denizaltısı ile yurttan ayrılması ile çiftlik sahipsiz kalır ve 1922 yılında Mahmut Muhtar Paşa ve eşi Prenses Nimetullah Hanım tarafından satın alınır. Heykel önce Feneryolu’ndaki Gazi Muhtar Paşa Köşkü’nün bahçesine, sonra da Mermer Köşk’ün bahçesine taşınır. Yazar Münevver Ayaşlı hatıralarını kaleme aldığı “Dersaâdet” adlı eserinde “Çiftliğin çok güzel ormanı gibi gayet güzel ve şirin bir çiftlik evi, çok kıymetli bronz heykelleri vardı. Bilhassa At, Boğa, Geyik heykelleri müstesna güzellikte idi” diyerek bize at heykeli dışında bir geyik ve boğa heykelinin de var olduğunun ipuçunu verir. Boğa heykeli bugün Altıyol’daki meşhur boğa heykelidir. Geyik heykeli ise müzayedenin başka bir önemli parçasıdır.
Koç Ailesi ve Geyik Heykeli
Mahmut Muhtar Paşa Köşkü’nün arka bahçesinde bulunan geyik heykeli de müzayedenin önemli bir diğer parçasıdır. Adeta Şaha Kalkan At Heykeli’ndeki çekişmenin rövanşı niteliğinde olur arttırma. Çekişenler gene Koç ve Sabancı aileleridir. Kıran kırana geçen bir mücadele sonrasında geyik heykeli Koç ailesinde kalır. Heykelin sergileneceği yer olarak İstanbul’un yerli sermaye ile açılan Elmadağ’daki ilk beş yıldızlı otel olan Divan Oteli’nin bahçesi seçilir. Heykel, bugün meraklıları tarafından otel önündeki yerinde görülebilir.
İlham Gencer – Beyaz Steinway Piyano
Türkiye’nin önde gelen ailelerinin kıyasıya mücadele ettiği bu müzayede bir müzisyen de Mahmut Muhtar Paşa’nın oğlu Alâaddin Muhtar Katırcıoğlu’na ait son derece nadir, hayallerini süsleyen beyaz bir Steinway marka piyonunun peşindendir. Ancak, ekonomi devlerinin arasındaki mücadeleden sıyrılıp, hayallerini gerçekleştirmesi nerede ise imkansızdır. Ancak gelişmeler “Her şeyin yok olduğu anda bile ümit vardır” diyen ünlü düşünür Thales’i doğrular türden olur.
İlham Gencer müzayede gününü 4 Aralık 2019 tarihli MediaCat Dergisi’nde “1956 yılında Hürriyet Gazetesi’nde bir ilan gördüm. Mahmut Muhtar Paşa Köşkü’nde bir müzayede yapılacak ve Aret Portakal yönetecek. Orada da Steinway kuyruklu piyano ve aynı renkte bir oda takımı olacak. Bir gün sonra soluğu Mahmut Muhtar Paşa Köşkü’nde aldım. Koç Grubu, Sabancı Grubu hepsi oradalar. Ben de kendi çapımda oradayım. Önce oda takımı çıktı, aldılar. Sıra piyanoya gelince ben Aret Bey’den rica ettim. Dedim ki, ‘Aret Bey ben Koç’la Sabancı’yla yarışamam, lütfen bu Steinway piyanonun satışını bir gün sonraya bırakır mısınız?’ O da kendilerinden rica etti. ‘Aramızda müzisyen ve piyanist İlham Gencer var, bu piyano müzayedesini yarına bırakırsak kabul eder misiniz?’ diye sordu, onlar da kabul ettiler. Ertesi gün gittim ve o zamanın parasıyla, üç yalı yerine o piyanoyu satın aldım.” diye anlatır.
Gencer bir başka mülakatında da cebindeki tüm paranın 30 bin lira olduğunu ve o yıllarda Yeniköy’de bir yalının 10 bin lira olduğunu belirtir. Gencer söz konusu piyano ile yedi yıl en çok vergi veren sanatçı ünvanını kazanır. İşletmeciliğini yaptığı bir kulüpte yaşanan kira ihtilafı dolayısıyla hacize de konu olan piyano ile İlhan Gencer bugün de müzik severlere hoş nameler dinletiyor.
Mermer Konağın Bugün Durumu:
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından satın alınan binanın modern eğitim verecek, yabancı dille eğitim yapacak bir kolej olması fikrinden kısa süreliğine vazgeçilir. Binanın devlet misafirhanesi olacağını dair haberler basına yansır. Tarihi bina Irak Kralı II Fiasal ile evlenecek olan Osmanlı hanedanından Prenses Sabiha Fazıla’a tahsis edilecektir. Bu fikirden, 1955 yılında Milli Eğitim Bakanı ve Ağrı Milletvekili Hüseyin Celal Yardımcı’nın bu binanın devlet hazinesinden 1,5 milyon Türk Lirası ödeyerek satın alındığını ve artık Devlet malı statüsüne girmiş bir milli servet olduğunu, taşınmaz bir kültür varlığı, tarihi bir eser olduğunu ve bu sebeple de Kralın emrine tahsis edilemeyeceğini söylemesi üzerine vazgeçilir.
1957 yılında bina Kadıköy Kız Lisesi olarak hizmete girer. O yıllarda binanın korunması maksadıyla ahşap parkeler üzerinde öğrenciler sadece keten ayakkabılar giyerek dolaşırken, yıllar geçtikçe bina yıpranır, gözden düşer, bir çok eklentisi yıkılır ve beton yapılarla çevrilir. 1999 yılında yaşanan depremden sonra boşaltılan bina bugün kendisine dokunacak şefkatli eli bekliyor.
İstanbul, 24 Eylül 2020
Oğuz OTAY
gezmekyetmez.com